Türkiye, bugün siyasi ve toplumsal anlamda derin bir tıkanıklığın içinden geçmektedir. Ülkenin yönetiminde söz sahibi olan siyasi partilere bakıldığında, toplumun en temel beklentisi olan gelecek vizyonu konusunda ciddi bir boşluk göze çarpmaktadır. Halkın umutlarını yeşertecek, ülkeyi ileriye taşıyacak projelerden çok, günü kurtarmaya yönelik politikalar gündemde yer bulmaktadır.
Bu belirsizlik ortamı, özellikle genç kuşak üzerinde ağır bir baskı yaratmaktadır. En yetenekli ve parlak beyinler, kendi ülkelerinde hayal ettikleri yaşamı bulamadıkları için çareyi Avrupa yollarında aramaktadır. Geriye kalanlar ise, hayatlarını sürdürebilmek adına düşük ücretli işlerde, çoğu zaman emeğinin karşılığını alamadan çalışmaya mecbur bırakılmaktadır. Bu tablo, yalnızca bireysel değil; toplumsal bir kayıp anlamına gelmektedir.
Oysa ki, hepimizin ortak dileği açıktır: Türkiye’nin, ekonomiden teknolojiye, sağlıktan sanata kadar her alanda gelişmiş medeniyetler arasında hak ettiği yeri alması. Bu, yalnızca maddi refahın değil, aynı zamanda hukukun üstünlüğünün, adaletin ve özgürlüklerin de garanti altına alınması demektir. Dünyada geçerli olan evrensel hukuk ilkelerinin ülkemizde de uygulanması, toplumsal barışın ve güvenin temeli olacaktır.
Türkiye’nin yeniden ayağa kalkabilmesi için öncelikle gençlerin umutlarını yeşerten, onları geleceğe bağlayan bir vizyon ortaya konmalıdır. Yaratıcılığa, bilime, sanata ve özgür düşünceye alan açan bir anlayış inşa edilmedikçe, göç eden beyinlerin geri dönmesi ya da kalanların burada bir gelecek kurması mümkün olmayacaktır.
Sonuç olarak, bugün yaşadığımız sıkışmışlık kalıcı değildir. Halkın ve özellikle gençlerin enerjisi, doğru politikalarla buluştuğunda Türkiye, sadece bölgesinde değil dünyada da saygın bir yer edinebilir. Bunun için yapılması gereken, günübirlik siyasi hesaplardan uzak durarak, ortak bir medeniyet ülküsünde buluşmaktır.