Hepimiz o hissi biliriz: Bazen yetişmeyeceğini bile bile acele ederiz. Hayatın telaşına kapılıp koşarız, sanki o bitiş çizgisine ulaştığımızda tamamlanacak, huzura erecekmişiz gibi. Sabahın ilk ışıklarında trafikteki sıkışıklık, yetiştirilmesi gereken son teslim tarihleri, kaçırılan fırsatların stresi… Tüm bunlar bizi bitmek bilmeyen bir koşuşturmaya iter. Ama zihnimizin bir köşesi fısıldar: Bu telaşın sonu yok. Çünkü burası dünya, ve dünya tamamlanmışlıkların yeri değil.
Dünya öyle bir yer ki, burada hiçbir şey tam olmaz, her şey bir yanından eksik, bir ucundan yarım kalır. Bir çiçeğin ömrü, bir yaz gününün neşesi, hatta en derin sevdalarımız bile. Oysa insan, tuhaf bir biçimde, en çok da tamamlayamadığı o eksikliklerle büyür. Yarım kalan bir sevda, söylenememiş bir sözün ağırlığı, gidilememiş bir yolun hayali… Bunlar kalbimizin bir köşesinde sessizce yaşamaya devam eder. Ve belki de bizi bu kadar "insan" yapan, kusursuzluğumuz değil, tam da bu yarımlıklarımızdır.
Hayat, bitmemiş hikâyelerle dolu bir kitap gibidir. Kimi, tüm gücüyle sonuna kadar koşar ama beklediği sonu asla göremez. Kimi, büyük bir sabırla bekler, ama beklediği o hiç gelmez. Kimi, "bir gün" der, o günü bekleyerek tüm ömrünü geçirir ama o "bir gün" hiç doğmaz. Bu, ne bir yenilgi ne de bir lanettir. Bu, hayatın ta kendisidir.
Çünkü tamam olsaydı, umuda yer kalmazdı. Her şey kusursuz olsaydı, "daha iyi bir yarın" için mücadele edilmezdi. Kırılmasaydık, düşmeseydik, insan olmanın o derin, karmaşık ve dönüştürücü anlamını asla kavrayamazdık.
O yüzden; bu bitmeyen telaşın ortasında, dur bir nefes al. Çok telaş etme. Burası dünya… Burada herkes biraz geç kalır, her şey biraz yarım kalır. Ama unutma: Bizi asıl tamamlayan, o kusursuzluk arayışımız değil, kalbimizde taşıdığımız o yarım kalan şeylerdir. Onlar, bizi sürekli ileriye iten, devam ettiren, hayal kurduran motorlarımızdır. Eksik kalsın, yarım kalsın. Çünkü yaşamak, tam da o yarım kalan yerden yeniden başlamaktır.